24 Nisan 2013 Çarşamba

Sen Olmak

Her şey bir çiçekle başladı… Mevsim güz olduğu için bahar ve yaz günleri pek renkli olan bahçeler yoktu artık. Yapraklar bir bir susuyor, güneş yüzünü göstermiyor, ortalık sessizliğe bürünüyordu. Sık sık gittiğim deniz kenarına o akşam da gittim. Rüzgârın, dalgaların sesini tekrar duymak istedim. Öyle güzel bir ritimdi ki her dinlediğimde kendimden geçer, başka âlemlere giderdim. Sanırım doğanın müziği buydu.
Mucizevî manzarayı seyre dalmışken oldukça ince bir ses duydum: çiçekçi, çiçeklerim var… Kocaman mavi gözlü, küçük ve sevimli bir kızla göz göze geldik. Saçları günlerdir taranmamış gibi, ayakkabısı eski, elbisesi ise oldukça kirliydi. Öyle masum bakıyordu ki biraz önce daldığım hayallere hiçbir şey olmamış gibi geri dönemedim. İnsanın içinde vicdan denilen öyle bir mahkeme var ki yargılanan da insanın kendisi, yargılayan da. Bu garip ve bir o kadar da gizemli mahkemede kendim, kendimi yargıladı. Gitmek kalmaktan daha zor geldi ve arkamı dönüp gidemedim. Gecenin ayazında kaldırıma oturmuş bağırıyordu: çiçekçi, çiçeklerim var… Gözleri çok etkileyiciydi. O gözlerde enginleri gördüm ben, denizin dev dalgalarını gördüm. Çok şey anlatıyordu, sanki bir bakışı yüzlerce kelimeye bedeldi. Kim bilir neler yaşadı? Neler hissetti? Nelere şahit oldu? Adı da kendi gibi güzelmiş: Deniz… Küçücük ellerinden çiçek alırken sanki ‘beni de götür yanında’ diyordu gözleri. Elimde çiçek, yüreğimde masmavi gözlerle evimin yolunu tuttum. Öte yandan düşünmeden edemiyordum; bu şehirde gökteki yıldızlardan daha çok ev varken bu çocuklar neden sokaktalar? Eller kalem tutması gerekirken neden çiçek satıyor? Gözler parıldaması gerekirken neden çaresizce bakıyor? Zor sorulardı bunlar, cevabını herkesin bildiği ama söylemeye cesaret edemediği zor sorular. Böyle anlarda insan ister istemez kendi içinde hesaplaşmaya giriyor. Kendini dinlemek dünyanın en zor şeyidir. Vicdanınla baş başa kalmak, kendini sorgulamak… Deniz dışarıdayken eve girmek o kadar zordu ki tek tesellim elimdeki çiçekti. Bütün gece uyumayıp çiçekle konuştum. Denizi sordum ona. Nerededir, ne hissediyordur, hayalleri neler? Öyle tatlıydı ki, en az elindeki çiçekler kadar güzel ve masumdu. Çocuklar zaten bir çiçektir. Peki, bir çiçeğin çiçek sattığı görülmüş şey midir?
Pencereden dışarı baktım, güneş doğmak üzereydi. Güzelim çiçek, suya koyduğum halde solmuştu. Belki dalından koparıldığı belki de sahibinden uzakta olduğu için… Tek tesellimi de kaybetmiştim. Deniz’i anlamak istiyordum, ne hissettiğini bilmek, hatta o olmak. Karar verdim. Evet, Deniz’i anlayabilmenin tek yolu buydu. Bir günlüğüne çiçekçi kız olmak… Kendi hayatımı unutacak ve yanıma tek kuruş almadan kaldırımın kenarına oturup çiçek satacaktım. Sabahın erken saatleriydi. Sonbahar rüzgârı, beni kendime getiren inanılmaz büyüsüyle çarptı yüzüme ve tek kelime etmeden gitti. Kaldırımın kenarına oturdum ve biraz ilerde Deniz’i gördüm. Çiçekçi, çiçeklerim var… Öğlene kadar onlarca kişi geçti önümden ama kimse yüzüme bile bakmadı. Hatta bu şehirde kimse, kimsenin yüzüne bakmıyor. Çok kalabalık fakat bir o kadar da yalnız bir şehir… Acıktığımı hissettim, param yoktu; üşüdüm, ceketim yoktu. Deniz’i yavaş yavaş anlamaya başlıyordum. Hayatın ilk kuralı: her şey istediğin gibi olmuyor. Bir teyze durdu önümde. Saçları pamuk gibiydi. Boynuna doladığı şalı, çizmesi ve şık giyimiyle asil bir görünüme sahipti. İki tane çiçek istedi beyaz olanlarından, verdim. Biri rahmetli kocasının diğeri kendisininmiş. Bugün onların evlilik yıldönümüymüş. Bu günü, yirmi sene kocasıyla, on sene de tek başına kutlamış. Sesinde bir dinginlik vardı. İnanılmayacak kadar kibar bir kadın. Sanırım o eski İstanbul hanımefendilerin son örneklerinden. Teşekkür ettikten sonra usulca uzaklaştı. Bu parayla sadece simit alabildim. Simidin bu kadar lezzetli olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim. Hemen bitmesin diye yavaş yavaş yedim. Yarım kalan simidi, sonra yemek üzere gazeteye sardım. Genç bir adam yaklaşırken çiçekleri uzattım. Elinin tersiyle itti. Beni fark etmedi ama tanımıştım onu, yan komşumdu. Beni her gördüğünde nazik davranan o insan, şimdi oldukça kabaydı. Hâlbuki ben, yine bendim.
Saatler geçti ve ben hala kaldırımın kenarındayım, insanları izliyorum. Sokak ortasında dayak yiyen bir kadın gördüm.Bir şiddet olayı daha...Çok yazık! Bu hayatta kadın olmak zor.Kadın olmak bazen,haksızlığa,baskıya, ayrımcılığa maruz bırakılmak demek. Bunların olmadığı bir dünya düşlüyorum. Kendi kendine konuşan bir adama rastladım sonra. Bir şeyler anlatıyordu. Bana saçma geliyordu ama onun için ne kadar önemliydi kim bilir. Onun dünyası nasıldı acaba? Her insan farklı bir dünya.Bundan doğal ne olabilir ki zaten? Parmak izimiz bile farklıyken sözgelimi fikirler neden farklı olmasın? Farklılıkları düşmanlık vesilesi haline getirmek midir doğru olan yoksa hoşgörüyle karşılamak mı? Kimliğimizi değiştirsek çözülür mü her şey? Başkalarının istediği kimliğe bürünsek, adımızı değiştirsek mesela…Ne güzel söylemiş Shakespeare; Juliet: ‘Adın ne değeri var, şu gülün adı değişse bile kokmaz mı aynı güzellikte? Romeo, bırak, at bu adı. Senin parçan olmayan bu ada karşılık al bütün varlığımı…Bazen keşke diyorum, keşke sevmeyi öğrenebilsek. O zaman her şey daha güzel olurdu. Yüreğimin kenarında bir kesiklik hissettim. Deniz’e baktım, sessiz bir yağmur gibi ağlıyordu. Takım elbiseli ve telefonla konuşan bir delikanlı vardı şimdi karşımda. ‘Karıcım, şirkette toplantıdayım’ dedi. Fakat ne bu cadde şirkete ne de insanlar toplanmışa benziyordu. Telefonu kapatır kapatmaz bir kadın yaklaştı yanına ve ‘sevgilim’ dedikten sonra koluna girdi. Dayanamayıp kendi kendime fısıldadım. ‘Bu insanlar nedir böyle, kimdir? Doğruluk ve hoşgörüde cimri; yalan ve öfkede cömert insanlar… Yaptıkları bu rolleri nereden buluyorlar? Çocukların sokakta çalışmak zorunda olduğu bir yerde kalpleri ne yana düşüyor? Bunca soğuklukta üşümüyorlar mı? Kendilerinden başka sarılacak kimseleri yokken bunca yalan neye yarar?’ Keşke bunları yüksek sesle söyleyebilseydim. Beni anlar mıydı? Bir şeyler değişir miydi? Hiç sanmıyorum. O da herkes gibi arkasını döndü ve gitti. Çiçekçi kız olmaya karar verdiğimde bu kadar çok hikâyeye tanıklık edeceğimi düşünmemiştim. Yazılmaya değer hikâyeler bunlar. Herkes kendinden bir şey bulacaktır eminim, bu çocukları anlayacaktır.
Havanın kararmasıyla birlikte çiçekçi kız kimliğimden çıkarak evimin yolunu tuttum. Hayatımda hiç bu kadar farklı bir gün geçirmemiştim. Herkes, zamanı büyük bir hızla tüketmeye çalışırken ve hafıza kaybetme çılgınlığına kapılmışken birilerinin olup bitenleri kaydetmesi gerekiyor. Bu yüzden bugün yaşadıklarımı günlüğüme yazdım. Sabah oldu ve ben bu sefer kendim olarak çıktım dışarı. O Çocuklar için insan bir şey yapmak istiyor ama ne? Aslında topluma kazandırılacak her yaştan o kadar çok insan var ki… Elden ne gelir onu bilmiyorum. En başa döndük. Yine Deniz’i gördüm. Çiçekçi çiçeklerim var…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder